26 Eylül 2009 Cumartesi

İçinden Old Firm Geçen Adamlar (Paul Gascoigne)

Pek çok insanın gözünde zavallı bir bağımlıydı.Duyduğu pişmanlık, yetenekleri yüzündendi.Bu sefer Old Firm'ün ''mavi'' yakasına gidecek ve Türk basını tabiriyle ''İngilizlerin haşarı çocuğu'' Gazza'nın öyküsünü anlatacağız.



Tyne nehri yakınındaki Dunston'da doğduğunda İngiltere Dünya'nın zirvesindeydi.4 çocuklu bir işçi ailesinin çocuğuydu.Standartların altında, garip bir hayatları vardı.Paul 10 yaşındayken, babası John Almanya'ya çalışmaya gitti.Bu onun çocukluğundaki ilk travmaydı.Sonraları bir arkadaşının ölümüne şahit olacak ve küçük kafasında onulmaz yaralar açacaktı.Ancak o bütün bunların üstesinden futbol ile gelecekti.Mahallenin en tekniği, en klas admı oydu.Herkes ondan bir şeyler yapmasını bekler, hayranlıkla seyrederdi.Rakipleri ise onu durdurailmek için tekmeler sevurur, itip kakardı fakat küçük bir canavar olan Paul, onların bu çabalarını her seferinde boşa çıkarırdı.Mahallenin amatör takımında gösterdiği performans ile pek çok ''scout''un dikkatini çekmeyi başarmıştı.Ipswich, Middlesbrough ve Southampton'un seçmelerinde etkileyemediği adamlar sinirini bozsa da yeteneklerinin farkında olan küçük Gazza, pes etmeden yoluna devam etti.Newcastle united 13 yaşındaki bu ufaklıktaki ışığı garkeden il kulüp oldu ve Paul, 1980 yılında Newcastle United'a katıldı.

Gösterdiği olgunluk ve üstün yetenekleri sayesinde genç takımın kaptanlığını kısa sürede aldı.84-85 sezonunda 18 yaşındaki bu genç adamın sürüklediği takım FA Gençlik Kupası'nı kaldırıyordu.Performansıyla menajer Jackie Charlton'un dikkatini çekmesi kariyerinde büyük bir sıçrama olacaktı.Yalnızca 2 maça çıksa da oranın havasını soluyor, profesyonellerle birlikte çalışıyordu.85 yazında Willie McFaul'un göreve gelmesiyle siyah-beyazlı formayı düzenli bir şekilde giymeye başlıyordu.Bu harika performansının her geçen gün üzerine koyan ve otoritelerin dikkatini çekmeyi başaran bir oyuncu olmuştu.87-88 sezonun ''En iyi Genç Oyuncu'' ödülünü alıyor, ancak Newcastle ligi 8. bitiriyordu.Takımın gidişinden memnun olmayan Gazza, takımdan ayrılmak istediğini açıkça belirtmekte bir beis görmüyordu.Man Utd ve Spurs'un tekliflerinin ardından Londra'ya gitmeye karar veren Gazza için yeni bir sayfa açılıyordu. İngiltere rekorunu kı 2.3 milyon £'a takımdan ayrılıyordu.Terry Venables'in kanatları altında komple bir yıldız olmaya her geçen gün yaklaşan bir isimdi artık.Burada geçirdiği muhteşem sezonların ardından nihayet bir kupa kazanma şansı yakaladı.90-91 sezonunda Tottenham'ı FA Cup finaline taşıyan oyunculardan biriydi.Ancak maçın henüz 16. dakikasında hırsının cezasını çekiyor, sakatlanarak sahayı terkediyordu.Tottenham kupayı kazansada Lazio ile anlaşan Gazza için, İtalya serüveni başlıyordu.Çoğu Britanyalı futbolcunun çektiği sıkıntıları çekiyor, medya ile tartışıyor, futbol dışı her türlü olaya alet ediliyordu.Geçirdiği felaket 3 sezonun ardından memleketine dönmeyi kafasına koymuştu.


Britanya'ya dönse de rotası İngiltere değil, İskoçya'ydı.Old Firm'ün mavi yakasına katılan Gascoigne kendisini yeniden yaratmaya başlamıştı.Yeteneklerini saf bir şekilde sergilemesi yeterli olacakken, O Celtic tribünlerini rahatsız etmeyi tercih ediyordu.Sorumluluk bilincinden uzak olsa da 95-96'da başlayan Rangers kariyeri, kendisi için bir zirve olacaktı.74 maçta attığı 30 golle Ibrox Park'ın vazgeçilmezleri arasına giriyordu.Ama bırakmak için çaba dahi göstermediği alışkanlıkları nedeniyle yıpranıyordu.İngiltere'ye dönmek adına 1. lig'de(Coca-Cola Championship) oynayan Middlesbrough'un yolunu tutuyordu.

Geçirdiği abuk sabuk sezonlar, tabloid basının acımasız sözleri, insanların ona olan inancını yitirmesine neden olmuştu.Artık bu hırs küpü adamı umursamıyorlardı.Yaşadığı trajedileri asla unutamaması ve sağlık sorunları başına bela olmuştu.Sürekli ağlayan ve hatasını aradıkça dibe batan bu adam Ibrox'taki günlerine duyduğu özlemi dile getirmesi boşunaydı.

22 Eylül 2009 Salı

Türkçe FM 2010

Sports Interactive eğer oyunu orijinal alacağını taahüt eden 10 bin kişi bulursa oyuna Türkçe dilini de ekleyecekmiş. Bu ne demek ? Aylarca süren FM Türkçe v1 - %70 Türkçe. V2 % 89 Türkçe gibi, abuk sabuk çeviriler gibi sorunlarla karşılaşmamak demek. Ne dersiniz ? Ayrıntılı bilgi için:

17 Eylül 2009 Perşembe

Haydaaa...

Blogspot'un DNS ile ilgili bir takım değişimlerinden dolayı bloglarımıza erişim kısıtlanmış vaziyette. Bir nebze düzelme istiyorsanız DNS sunucu adreslerini otomatiğe alın. Durum düzelene kadar mola veriyoruz. Hiç olmadı bu :(

13 Eylül 2009 Pazar

Adebayor'un Arsenal'e Gıcıklığı

Baştaki fotoğraftaki anda biraz sonra gelip Ade'ye sarılan ilk kişi ise bir diğer eski Arsenal'li Touré.

Nordin Wooter

Sivasspor'a gelen en kariyerli isimdi Hollandalı kanat oyuncusu. Hollanda'nın Surinam'dan vakumladığı isimlerden. Ajax altyapılı. Ardından Zaragoza. Watford onu kulüp rekoru kırarak transfer etmişti. Bir ara adı duyulur gibi olmuştu. Sonra Watford küme düşünce Vialli saldı onu. Braga'da şansı yine yaver gitmedi. Maceracı kimliğinin etkisiyle Anorthosis Famagusta'nın yolunu tuttu. Ertesi sezon da Panathinaikos'da buldu kendini. Fazla forma şansı bulamayınca Sivas'a kiralanmıştı. Takımın büyük umutla transfer ettiği isim maalesef verimli olamadı. Birçok yabancı oyuncu gibi şehire alışamadı. 10 maçta oynayıp AEK'nın yolunu tuttu. Bu sezon hala takım bulmuş değil. Aklımda ilginç saçları ve çok dil bilmesiyle kalmış. İngilizce, Felemenkçe, Endonezyaca, İspanyolca, Almanca, Fransızca, Yunanca... Daha vardı sanki.

Bu arada: Surinam bir Güney Amerika ülkesi.

8 Eylül 2009 Salı

FM 2010

Football Manager 2010'un ekran görüntüleri çoktan çıktı. Çıktı çıkmasına ama gördüğümüz kadarıyla bu sefer pek hoş olmayabilir. Çünkü bazı falso yanları var. Mesela tema. Beyaz başta güzel seçim gibi duruyor. Ama bu oyunu saatlerdir oynayan her manyak gibi düşünüyorum da beyaz gece geç saatlerde hiç yüzüne bakılacak gibi değil. Gözü çok yorar. Tek çaremiz netteki temalar. İkinci ve daha büyük bir sorun ise oyunun karmaşıklığı. Görüntülere bak bak bitmiyor. Ne nerde anlaması güç. Bir sürü ekstra özellik eklenmiş. Herşey daha bir teferruatlı olmuş. Adamlar gerçekçi olsun diye gittikçe karmaşık hale getiriyorlar ! Sırf bu oyun karışık diye hala CM 03/04'te takılanlar var arkadaşım !

Yine sevgili FM forumlarında aylar sonra çıkacak yamalar sayesinde bir nebze rahatlayabiliriz. Lakin bu sene FM tek başına değil. Öyle elini kolunu sallayarak çıkaracağı oyunun güçlü bir rakibi var: CM 2010. Evet efsane geri döndü. Hem de Türkçe dil seçeneği de mevcut ! Ayrıca ufak çaplı bir araştırma yaparsanız CM'nin göze daha hoş geldiğini, eski temalarından izlenimler taşıdığını görürsünüz. Yani bu sene görünen o ki, FM'nin tahtı ciddi biçimde sallanacak. Tabi CM doğu bloğu ülkelerin genç yeteneklerini yine geleceğin Ronaldinho'su gibi yapmazsa.

İçinden Old Firm Geçen Adamlar (Henrik Larsson)

Henrik Edward Larsson, 1971 yılında Helsinborg'ta dünyaya geldi.Babası Cape Verdeli göçmen bir işçiydi.Tek hayali evlatlarının başarılı hayatlara sahip olmasıydı.Bunun için gece gündüz çalışıyor, yaşamın tüm zorluklarına çocukları için katlanıyordu.Henrik, kardeşi Robert'e göre daha içine kapanıktı.Robert onun bu renksizliğini değiştirmek için ona türlü şakalar yapar, komik şeyler anlatır fakat hafif bir gülümseme ile avutulurdu.Henrik, kendisini futbol topunun peşinde ifade etmeyi seviyordu.Televizyonda İngiltere liginden maçlar izliyor, Dalglish'in, Keegan'ın oynadığı gibi oynamaya çalışıyordu. Soğukta ordan oraya koştururken zamanın nasıl geçtiğini unutuyor, çoğu zaman babasından azar işitiyordu.''Neden Robert gibi olamıyorsun?O serserilerin peşinde dolanıp duruyorsun.Okuluna önem vermelisin!'' diye haykıran babasına, ''Bende bir serseri olmak istiyorum.'' diyerek cevap verecek, günlerce kimseyle konuşmayacaktı.En sonunda karne döneminde sınıfı geçtiğini öğrenen babası oğlundan özür dileyerek, ufacık maaşından arttırdığı parayla bir futbol ayakkabısı satın alacaktı.15 yaşındayken lisenin okul takımına seçilmeyecek olması onu asla yıldırmıyordu.Eskisinden daha sıkı çalışıp gelecek sene takıma girmeyi kafasına koymuştu.Bir yıl sonraki seçmelerde, muhteşem bir performans ortaya koymuştu.Högaborg'da antrenör olarakta çalışan beden eğitimi hocası ona idmanlara katılmayı teklif edecekti.Bu teklif karşısında fazla heyecanlanmayacak, normal bir olay gibi karşılayacaktı.Högaborg ile ilk idmanın çıktığında takımda ondan iyi oynayan hiç bir oyuncu yoktu.Bir kaç hafta daha gidip geldiği idmanlarda gösterdiği performans ile önüne profesyonel bir kontrat sürülüvermişti.Babasına danışarak imzayı atan genç adam, ülkesi için ne kadar büyük bir adım attığının farkında değildi.Högaborg'da geçirdiği ilk 2 sezonda golcü kimliği ön plana çıkmamıştı.Zira önünde ondan daha tecrübeli isimler vardı.1991 sezonun başında ağır sakatlık yaşayan ''tecrübeli'' forvetler sırayı bu rastalı genç adama devrediyordu.O da 32 maçta 15 gol atarak hem takımın skor yükünü çekiyor hem de olgun oyun zekasıyla pek çok asiste imza atıyordu.Ondaki bu gelişmeyi izleyen Helsinborgs IF antrenörleri, bu genç adama kafayı takıyorlardı.Ancak Henrik, sıradan bir işte vaktini öldürüyor, futbola gerçek bir iş olarak bakmıyordu.Bir gün ofiste çalışırken kendisine gelen teklifi bir arkadaşının zoruyla kabul ediyordu.Aylık 300 pound alacağı söylendiğinde ise sevgilisi Magdelena ile hayaller kurmaya başlıyordu.21 yaşındaki Henrik, ilk sezonunda 31 maçta 34 gol atarak olağanüstü bir performans gösteriyor, takımını 22 yıl sonra Allsvenskan'a taşıyordu.En üst seviyede oynamanın zorluğunu bilen Henrik, daha sıkı çalışıyor ve ilk sezonu aratmayan bir performans ile takımını sırtlıyordu.
Geçirdiği 2 muhteşem sezonun ardından yurtdışından teklifler yağmaya başlamıştı.Tam İsviçre ekibi Grasshoppers ile anlaşmak üzereyken, Feyenoord'un teklifi gelecek, nispeten daha büyük bir ligde oynama isteğiyle Hollanda'ya doğru yol alacaktı.İlk sezonunda bekleneni veremesede, 2. sezonunda kendi formunu buluyordu.94 yazında Dünya Kupası için İsveç milli takımına katılıyordu.Kenneth Andersson ve Thomas Brolin gibi usta isimleri iyi bir şekilde yedekleyen Henrik, gelecek için umut saçıyordu.O turnuvada 3. olan İsveç takımının altın çocuklarından olan Larsson, memleketinde krallar gibi karşılanıyordu.94-95 sezonunda yine beklenen bir performans sergileyen Henrik için kabus gibi bir sezon geliyordu.95-96 ve 96-97 sezonlarında Arie Haan tarafından saçma sapan yerlerde oynatılıyor, kendisini santrfor olarak kabul ettiremiyordu.Sezon sonunda kontratındaki serbest kalma maddesini hocasına hatırlatıyor, açıkca gitmek istediğini söylüyordu.O yıllarda onu Feyenoord'a getiren Wim Jansen Celtic'in başındaydı ve Larsson'un ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu biliyordu.Onu Parkhead'e getirmek için çalışmalara başlıyor ve 27 temmuz 1997'de Larsson Celtic'e imza atıyordu.Geldiği günden itibaren taraftardan ve şehirden etkilenen Henrik, ilk günkü heyecanıyla çalışmalara başlıyordu.İlk sezonunu ''British'' futbola alışmakla geçiriyor, 44 maçta 16 gole imza atıyordu.Takımın Rangers'ın 9 sezondur süren hakimiyetine son vermesinde baş rolü oynayan isimlerden oluyordu.98-99 Larsson adına iyi geçsede takım hem ligi hem de kupayı kaybediyordu.Bir sonraki sezon göreve Liverpool efsanesi John Barnes geliyordu.Takım sezona iyi bir başlangıç yapıyordu.Arkadaşlık üst seviyedeydi.Ancak O.Lyon ile oynanan maçta bacağının iki yerden kırılması Henrik için gerçek bir kabus oluyordu.Tüm sezonu kaçırması takımın ritmini bozacak, şampiyonluğa mal olacaktı.EURO 2000'de zorlu bir gruba düşen İsveç kadrosuna katılması sağlığı açısından önemli bir sınav olacaktı.Sağlığı konusunda endişeleri kaybolsada, İsveç gruptan çıkamayacaktı.
2000-2001 sezonu başında göreve gelen Martin O'Neill ile Celtic'te yepyeni bir dönem başlıyordu.Celtic üst üste 2 sezon şampiyonluğu kazanıyor, Henrik ise gol krallığını kimseye kaptırmıyordu.Öyle ki 2000-2001 sezonunda Avrupa'da altın ayakkabı ödülünü İsveç adına kazanan ilk futbolcu oluyordu.2002'de çift teknik adamla Dünya Kupası'na giden İsveç'te kadronun en önemli parçası Henrik'ten başkası değildi.ölüm grubundan lider çıkıyorlar, nehri aşıp çayda boğuluyorlardı.Afrika'nın altın çocukları Kuzeylileri altın golle evlerine yolluyordu.2002-2003 sezonunda şampiyonluğu averajla Rangers'a kaptırmaları takımda büyük bir hırs yoğunluğuna neden oluyordu.Bu hırsla ve O'neill'ın başarılı taktikleriyle ligi kazanırlarken, UEFA Kupası'nda da finale çıkıyorlardı.Sevilla'da oynanan maçta Larsson'un 2 golü kupayı Glasgow'a getirmeye yetmeyecek, Derlei'nin altın golüyle gülen taraf Porto olacaktı.2002'de milli formaya veda etmesini açıklamasına rağmen Portekiz'de oynanacak turnuva için içi içine sığmıyordu.Bu turnuvada da gruptan lider olarak çıkan İsveç, çeyrek finalde Hollanda'ya eleniyordu.

Celtic'ten muhteşem anılarla ayrılan Henrik için yeni durak Barcelona'ydı.Burada da ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu kanıtlayacak, İsveç'i gururla temsil edecekti.Parkhead'de ulaşamadığı Avrupa Kupası hayaline Nou Camp'ta ulaşacak, büyüklüğünü finalde oynadığı futbolla herkese gösterecekti.Artık yaşının verdiği olumsuzluklar ve çocuklarına İsveç kültürünü aşılamak için Helsinborgs IF'e dönme kararı alacaktı.2006'da Almanya'ya gitmek için bir kez daha yemin bozacak olan Henrik, 3 farklı Dünya Kupası'nda gol atan 6. oyuncu olacaktı(Okura google ödevi: Diğer 5 oyuncuyu posta yorum olarak gönderiniz.).Helsinborg ile başlayan yolculuğunda, Alex Ferguson gibi bir hocayı etkileyecek ve kiralık olarak Man. Utd.'ye gidecekti.Orada da kendine yakışanı yapacak, Ada'da adını unutanlara hatırlatacaktı.2008'de bir yemin daha bozan ve İsveç kadrosuna alınan Larsson takımın gruptan çıkmasına yardımcı olamayacaktı.Muhteşem bir kariyer ve büyük bir saygınlık içinde futbol yaşantısını 39 gün önce noktaladı.Kazanılacak her şeyi kazandı ve bir beyefendi gibi çekti gitti yeşil sahalardan.

6 Eylül 2009 Pazar

Patrick Kluivert

Patrick Stephan Kluivert, 1 Temmuz 1976 günü Amsterdam'da dünyaya geldi. Kendi bilmeye başladığı andan itibaren de sokakta top peşinde koşmaya başladı. Çoğunlukla Surinam asıllı ailelerin yaşadığı Naardermeerstraat bölgesindeki küçük futbol sahasının her gün sabahtan akşama kadar kadrolu elemanıydı. Sonradan Ajax'ta ve milli takımda beraber oynayacağı Edgar Davids ile tanışıklığı da buraya dayanmaktadır. Gelin görün ki yetenek avcılarının denizinde deniz feneri olan Kluivert daha yedi yaşında Ajax altyapısına dahil ediliyordu. Burada hiçbir huzursuzluk çıkarmadan defans dahil her pozisyonda oynamış, fakat hocaları sonunda onun gol atmaya çok meyilli olduğunu farketmişlerdi ! Erken kendini gösteren potansiyeli sayesinde Hollanda 15 yaşaltı milli takımından itibaren turuncu formayı da giymeye başladı.

Genç yaşında Ajax A takımına çıktığında teknik direktör Louis van Gaal, Cruziro'dan Ronaldo'yu alan PSV için "Onların Ronaldosu var, ama biz de Kluivert'a sahibiz." demişti. Zaten Kluivert takımdaki onca yetenekten sadece biriydi. İlk maçını 18 yaşında Feyenoord'a karşı Hollanda Kupası finalinde oynadı. Bununla da kalmadı skoru 3-0 yapan golü attı. Bunu takiben ilk sezonunda Kanu ve Ronald de Boer'in de bulunduğu forvet hattında 25 maçta 18 gol atmayı başardı ! Bu sayı aynı zamanda takımında bir kişi tarafından atılmış en çok goldü. Ayrıca ligde de Ronaldo'dan sonra gol krallığında ikinci sıradaydı. Ertesi sezonsa asıl olay Şampiyonlar Ligi'de gerçekleşiyordu. 1995 yılında, Viyana'daki Ernst Happel Stadyumu'ndaki finalde Rijkaard'lı, Litmanen'li, Overmars'lı, Seedorf'lu, Davids'li ve tabii ki Kluivert'lı Ajax, Desailly'li, Maldini'li, Baresi'li, Donadoli'li Milan'la karşılaşıyordu. Hem de bu Milan son üç senedir finale abone bir Milan'dı. Buna rağmen Ajax sürekli saldırıyordu. Yedekten oyuna giren iki isim de forvetti. Maç uzun süre golsüz devam etti. Ta ki 85. dakikaya kadar. Bu anda Frank Rijkaard ceza sahası içerisinde ani bir pasla topu Kluivert'la buluşturdu ve 19'luk gencin gol atmasını sağladı. Bu golle Ajax altın jenerasyonu Şampiyonlar Ligi Şampiyonu'ydu. Maçın kahramanı da 19'luk Surinam asıllı gençti. Ama bu gencin attığı golden sonra seyircilere sırtını dönüp adını göstermesine neden olan karakteri yıllar sonraki düşüşünün de zemini hazırlıyordu.

Ertesi yıllarda goller, ödüller ve şampiyonluklar devam etti. Patrick Kluivert ismi tüm Avrupa'da çoktan bilinir olmuştu. 97 yılında Ajax'ın başını çok yakan Bosman kanunu sayesinde bedelsiz olarak Milan'a transfer oldu. Hollanda'da yaptığı ve bir kişinin ölümüne neden olan kaza olsun, hakkındaki tecavüz iddiaları olsun onun bir an önce yurtdışına kapak atma isteğini körüklemişti. Milli takıma da çağrılmıştı.

2 sene önce yıktığı İtalyan takımına gelmesinin nedeni küçüklük idolü Marco van Basten'in, yine Milan'da çok başarılı olmuş vatandaşları Rijkaard ve Gullit'in izinden gitmek istemesiydi. Ayrıca halihazırda Ajax'tan da bazı tanıdık yüzler İtalya'da top koşturmaktaydı. Herşey bu kadar olumlu gözükmesine rağmen Kluivert için işler yolunda gitmemişti. İtalyan futboluna alışamamış, 32 maçta ancak 9 gol atabilmişti. Derken imdadına eski antrenörü Louis van Gaal yetişti ve Kluivert'ı 15 milyon avroya Barcelona'ya transfer etti. Başlarda yine biraz uyum sorunu yaşansa da Kluivert ve Rivaldo ortaklığı hoş işler çıkarmaya başlamıştı. Daha ilk sezonunda 15 gol ve 16 asist istatistiklerini yakalamıştı ligde. Goller atmaya devam etti. O zamanlar Real Madrid'e yetişemeyen Katalan devinin ayakta kalan bir kaç isminden biriydi. O zamanların özetlerini, gollerini izlediğimizde spikerlerin hemen hepsinden Kluivert adını duyabiliriz. Zaten giydiği formalardan en çok Barcelona forması ona yakışıyordu. Kapağında Galatasaray'lı Hagi'nin olduğu Fifa 2001'de Barça ile kanattan atak yapıp, ortayı açtığımızda röveşatayla topu ağlara yollayan kişi Kluivert'tan başkası değildir. Dünyanın en iyi forveti olmasa bile en klas forvetiydi o zamanlar. Barcelona tarihinin en hızlı gol atan 2. oyuncusu da olmuştu(54 saniye ile. Birinci ise 42. saniye ile Iniesta). Derken Patrick efendi sahada gözüktüğü kadar gece alemlerinde de görünmeye başladı. Maalesef durmadı ki sahada görünme-diskoda görünme oranı tersine döndü. Kariyeri serbest düşüşe geçmişti.
2004 yılında Barcelona tarafından serbest bırakıldı. O da şansını Premier Lig'de denemek istedi ve Newcastle'ın yolunu tuttu. Burada da oynadığı 25 maça rağmen çift haneli gol sayısına erişemedi. Ertesi sene tekrar İspanya'ya, Valencia'ya gelse de 10 maçtan öteye gidemedi. Sonraki sezonlar PSV ve Lille maceraları yaşadı. Bu sürede ülkemizin transfer manyağı gazetelerinde de adı bol bol geçti. Özellikle Beşiktaş ile. Ama 2008 yılında bir futbol takımına transfer olmaktansa AZ'de eski hocası Louis Van Gaal'in yanında antrenörlük yapmayı tercih etti. Özellikle genç forvetlere tecrübelerini aktarmakta çok istekli. Aynı zamanda teknik direktörlük kursları da almakta.

Sabri Adidas Reklamında

Bu adamla çok uğraşıyorlar yav :) Özellikle Galatasaray Sözlük'te.
Yalnız göğüslerde bir problem var galiba ?!

5 Eylül 2009 Cumartesi

İçinden Old Firm Geçen Adamlar (Pierre van Hooijdonk)

25 Kasım 1969'da Steenbergen'de doğdu.Yaşadığı çevrede Surinamlı, marjinal işler yapan göçmenler bol sayıda mevcuttu.Kendiside bunlardan biriydi zaten!Zira futbol topunun peşinde daha önce kimsenin koşmadığı gibi koşuyor, her şeyini oyuna veriyordu.SC Welberg'in genç takımına alındığında dünyalar onun olmuştu.Herkesi yenebilir, her zorluğun üstesinden gelebilirdi.Nitekim bu küçük deryanın en büyük balığı olmayı başardı Pierre.11 yaşında NAC Breda'nın seçmelerinde kendini onlara beğendirmeyi başardı.Artık futboldan hayatını kazanabileceğine kesin gözüyle bakıyordu.NAC'de başladığı kariyeri çok güzel gidiyordu.Bir şey dışında!Takımda ondan iyi kafa vuruşu yapan, ondan çok gol atan olmadığı halde antrenörü onu sağ kanatta oynatıyor, küçük Pierre ne yaptıysa santrfor mevkiine geçemiyordu.Sürekli huzursuzluk çıkarıyor, haklı olduğunu kanıtlamak istercesine oyun içinde santrfora geçiyordu.Takım arkadaşlarından hiç bir itiraz gelmemesine rağmen antrenör saha kenarında deliye dönüyor, sürekli ona bağırıyordu.14 yaşında NAC'de geçirdiği 3 yılın ardından antrenörü ona, dikkafalı, laf anlamaz ve uyumsuz olduğu gerekçesiyle NAC'de oynayacak kadar iyi olmadığını söylüyordu.Hırsından yumruklarını sıkmıştı.Kendi kendine, bir gün NAC'de oynayacağının sözünü vererek takımdan ayrıldı.Artık elinde hiç bir şeyi yoktu.Marjinal abilerinin nüfuzu sayesinde doğduğu yerin takımı olan VV Steenbergen'e gitti.Burada 3 yıl boyunca gösterdiği parlak performans sayesinde A takıma yükselmeyi başardı.2 yıl daha amatör kümede VV Steenbergen formasını giydi.RBC Rosendaal antrenörlerinden Tiny van Dijk oyun stilinden etkilenmişti.Hemen RBC'den gelen kontrat teklifini kabul etti ve profesyonel futbola ilk adımlarını attı.RBC'nin 88-89 yılında yaşadığı finansal kriz sebebiyle pek çok yıldız oyuncusu satılmıştı.Başarıyı gençlerde arayan Rosendaal ekibi Pierre'de şans vermişti.Eline geçen bu fırsatı iyi kullandı.Sezonun ilk yarısında genelde sonradan oyuna giren kahramanımız, 3 gol atmayı başardı.2. yarı başlarken takımın santrforunun sakatlanmasıyla birden ön plana çıktı.Neredeyse tüm maçlarda oynadı ve göz alıcı bir performansla takımın uzun vadeli planlarında yer almasına karar verildi.89-90 sezonunda takımın önemli bir parçası olmayı başaran genç adam, oynadığı 37 maçta 27 gol atarak takımını sırtlamış, Hollanda futbolunda adından söz ettirmeye başlamıştı.1990 yazında onun için teklif yapan pek çok kulüp arasından, 14 yaşında bir çocukken onu kovan NAC Breda'yı seçti.400,000 gulden karşılığında NAC'ye geçiş yapan Pierre, takımdaki ilk gününde altyapıda onu kovan antrenörüyle karşılaştı.Aralarında hiç bir diyalog geçmemesine rağmen Pierre o adamın suratına karşı ''Eskiden takımdan kovduğun fakira ama gururlu bir genç vardı, hatırlıyor musun?'' demek isterdi.Fakat asiliğinin yanında muhteşem bir asalet de barındıran Pierre o aşağılık adama cevabı sahada vermek istedi.Oynadığı 4 sezon boyunca 81 gol atmayı başardı.92-93 sezonunda takımın Eredivisie'ye yükselmesinde de, 93-94 sezonunda takımın 1. Ligde tutunmasında da büyük rol oynadı.94 yılında ilk kez Hollanda milli takımına seçildi.Bu onun için büyük bir gururdu.94-95 sezonu devre arasında Celtic takımından gelen teklifle bu peri masalından uyandı.Artık realiteye dönmesinin zamanıydı ve kariyerinde bir basamak daha yükselmesi işten bile değildi artık.Bu sefer NAC onu değil o NAC'yi kullanıyordu.
Celtic o gelmeden önce tam 6 sezondur tek bir kupa dahi kazanamamıştı.Hampden Park'ta çıktığı İskoçya kupası finalinde Rangers ile karşılaşacak olan Celtic, van Hooijdonk'un golüyle kupaya uzanıyordu.Bu onun Old Firm'de attığı ilk goldü.Taraftarların dilinden konuşan bu futbol Robin Hood'u Celtic'te çok güzel günler geçirdi.Ancak kulüp başkanıyla yaşadığı tartışmalar Robin Hood ruhunu alevlendirmişti.Artık forma şansı bulmakta zorlanıyordu ancak taraftar sürekli onun adına yazdıkları şarkıları söylüyordu.Celitcliler onu öz evlatları gibi bağırlarına basmıştı.İrlanda bayraklarının beyaz kısmına onun resimlerini yerleştirmişlerdi.Onun sorununun para olduğunu zanneden aptal Celtic başkanı ''Çok para istiyorsa Rangers'a gitsin.'' diyerek Robin Hood'umuza en ağır yakıştırmayı yapıyordu.Artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını anladığı anda 4.5 milyon pound karşılığında Nottingham Forest'a satıldı.Hiç bir zaman doğruları söylemekten vazgeçmedi.Yolu İngiltere'ye, Portekiz'e, Türkiye'ye düştü.Kariyeri boyunca gittiği her takımda efsane olmayı başardı.Nottingham Forest'ta Kevin Campbell satıldığı için yönetim kurulu toplantısını basmıştı.2000-2001 sezonunda 3 kere antrenör değiştiren Benfica başkanı faturayı ona kesmek istemiş takımdan aforoz edilmişti.bunun üzerine Porto'dan gelen teklifi ''Bu en adi p..venge bile yakışmaz'' diyerek reddetmişti.bunları neden mi yapmıştı?Saf futbol aşkına ve total futbol tutkusuna bağlı kalmak için tabi ki!!! Zira 37 yaşında Old Firm'ün mavi yakasından gelen teklifi bir Celtic efsanesi olduğu için reddetmişti.Fenerbahçe'den aforozu sonucu Beşiktaş'tan gelen teklifi de aynı gerekçeyle reddetmişti.Petrus Ferdinandus Johannes Stevenson van Hooijdonk öldüğü zaman bile akıllarımızdan çıkmayacak, ellerimiz morarana kadar alkışlayacağımız bir futbol kahramanıdır.Şükürler olsun ki onu yakından görme fırsatına eriştim.

Tivittır

İçinden Old Firm Geçen Adamlar


Herkese merhaba,
Yeni bir seriyle başlamak istiyorum ''Gelişine Vole'' kariyerime.İçinden Old Firm Geçen Adamlar'da Dünya'nın en hırçın derbilerinden biri olan Celtic-Rangers rekabetinde bulunmuş adamların hayat hikayelerine göz atacağız.Bizden biri olan Pierre van Hooijdonk ile başlayacağım seriye.Eğer sizde modern futbol masallarına meraklıysanız bussballer'i takip etmeye devam edin.
Akşama görüşürüz...

Aranan Kan Bulundu !


Sevgili okurlar,

Günlerdir yenileye yenileye bir hal olduğum transfer ilanıma sonunda bir karşılık geldi. 17'lik Brezilyalı yetenek misali bir isim kadroya dahil edildi. Yeni yazarımız bussballer artık kendi bloguna ekstradan GelişineVole'de de yazacak. Kendisi en içten dileklerimizle, sevinçle karşılanmıştır.

Peki kimdir busballer ? Söz onda:

"Kafayı futbolla bozmuş, F, FourFourTwo ve Football Manager ile beslenen Marmara Üniversitesi öğrencisi. 3 hikayesi var. Üçü de futbol üstüne. Queen ve Stone Roses hayranı. Ali Ece'nin yanında staj yaptığını zannediyor. Gereksiz agresif, mantıksız, uzlaşılmaz. "

Rafet B. Eryılmaz


Tekrardan hoş geldin Rafet :)

4 Eylül 2009 Cuma

Yarasın


"Oğğh bea.."

Şampiyonluk maçının ardından Wolfsburg teknik direktörü Felix Magath.

Chelsea Yandı


2007'de Lens kulübüyle sözleşmesi bulunduğu halde tek taraflı fesh olayına girip Chelsea'ye imza atan Fransız yetenek Gael Kakuta yüzünden Chelsea'nin başı belada. Bu usülsüzlük yüzünden FIFA'nın verdiği ağır cezalar umarım genç oyuncu delisi büyük kulüplere biraz olsun ibret olur.

Chelsea tarafında deprem etkisi yaratacak cezalarsa şunlar:

- Chelsea, 2011 yılının Ocak ayına kadar transfer yapamayacak. (Bu sayede altyapıdaki oyuncular da daha şanslı hale gelmiş oldular.)

- Gael Kakuta 4 ay boyunca resmi karşılaşmalarda forma giyemeyecek.

- Chelsea, Lens'e 130 bin avro yetiştirme bedeli + 780 bin avro tazminat ödeyecek.

3 Eylül 2009 Perşembe

Yazar Arayışı !

Malumunuz, bu sene examsofmylife 'da da belirttiğim üzere işim zor. Blogla fazla haşır neşir olamayacağım. Ancak aylardır zevkle yazıp 20 binden fazla ziyaretçi alan blogumu da öksüz bırakmaya içim el vermiyor. Bu yüzden bloga transfer yapmaya karar verdim. 6 ayı opsiyonlu olmak üzere bir senelik kontrat önereceğim :) Şaka maka yazar aranıyor ! İşini iyi yapacak, Türkçe'yi düzgün kullanan ve fanatik olmayan bir yazar arıyorum. Başvurmak isteyenler bu posta yorum olarak yazar olmak istediklerini belirtsinler yeter.

1 Eylül 2009 Salı

Ufuk Ceylan Galatasaray'da

Sonunda istenen oldu ve Ufuk Ceylan Galatasaray'lı oldu. Sezer'i de alsaydık tam olacaktı. Ufuk için 750 bin avro ve Yaser feda edildi. Takıma 4. kaleci de gelince artık Aykut ve Orkun da iyice karalar bağlarlar.
Edit: Böyle dedim ancak Orkun da Manisa'ya verilecekmiş.
Edit 2: Bi karar veremediler. Yaser yerine Mehmet Güven deniyor.

Spalletti İstifa Etti

Pazar günü Roma'nın evinde Juventus karşısında alınan 3-1'lik yenilgiden sonra istifasını sunmuş ve kabul edilmiş. Başta Aquilani'yi satmasıyla tepki toplayıp ardından iki haftada iki yenilgi alınca üzerinde çok baskı hissetmiş olacak ki bu kararı vermiş. Yerine Ranieri'nin geçeceği söyleniyor.

Bizim ligde de Erhan Altın görevden alınmış 3'te 0 yapınca. Halbuki sezon başlamadan önce "Denizli 'Altın' buldu!" deniyordu. Bence Denizli hatayı taa en başlarda, Güvenç Kurtar'ı göndererek yapmıştı. Çünkü ne yapıp yapıp o takımı kümede tutuyordu

GelişineVole

Blog Widget by LinkWithin